Kısaca özetlemek gerekirse ülkemizde; Türklerle Kürtlerin, devlet ile Kürtlerin, Kürtler ile devletin bir sorunu yoktur.
Öncelikle din kardeşiyiz ve birlikte yaratmış olduğumuz bir tarihimiz var.
Mesele, ülkemizi bölmek maksadıyla ABD‘nin kurdurduğu ırkçı terör örgütünün, taraftar bulmak amacıyla özellikle Kürt asıllı vatandaşlarımıza uyguladığı terör ve güney sınırlarımızda kurmak istediği kukla bir devletidir.
Aklı başında hiçbir Kürt vatandaşımız, macera ve hayalden ibaret, ABD kaynaklı böyle bir projenin destekçisi olmaz.
Suriye‘de önce ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, İsrail gibi ülkelerin her biri ya bir örgüt yarattılar veya mevcut olan bir örgütü desteklediler.
ABD‘nin ülkemizde 40 yıldır gerçekleştirmek istediği plan, şimdilerde Suriye‘de uygulamakta olduğu planın aynısıdır.
Suriye‘yi iç savaşa götüren IŞİD terör örgütü neyse, ülkemizi, birlik beraberliğimizi bozmak isteyen PKK da IŞİD‘in aynısıdır.
12 Eylül darbesinin tüm ülkede olduğu gibi bölgede de uyguladığı sert politikalar, Diyarbakır Cezaevi‘ndeki uygulamalar, bölgedeki gençlerle devleti karşı karşıya getiren en önemli sebeptir.
Daha sonra 1990‘lı yıllarda, devletin bölgede 12 Eylül‘e benzer uygulamalarda bulunması, adeta bölge halkını ve özellikle de gençleri PKK saflarına itmek içindi.
Bu dönemde PKK, kazandığı kitle desteği üzerinde kurduğu partilerle kendini Meclis’te de temsil etme gücünü buldu.
1990‘lı yılların şiddete dayalı politikaları PKK‘ya yarıyordu. PKK‘nın kitle desteği artıyordu. Bu desteği kıran AK Parti hükümetleri oldu.
Öncelikle OHAL kaldırıldı, vatandaşa vatandaş gibi davranıldı.
Böyle bir siyaset karşısında PKK küçüldükçe küçüldü ve AK Parti bölgenin en güçlü partisi konumuna geçti.
Barış süreci, ABD ve ABD ağzından konuşan muhalefetin belirttiği gibi ülkenin menfaatlerine ters bir süreç değildi.
Bizim bu süreçte uygulamaya koyduğumuz bazı kararlar (TRT Kürdi, cezaevlerinde Kürtçe konuşma gibi), PKK tabanını ciddi anlamda zayıflatmış oluyordu.
Bu durumu hazmedemeyen ABD, PKK, komşu ülkeler, eroin ve silah kaçakçıları bizim muhalefetin de etkisiyle süreci baltaladılar. Oysa bu sürecin kazananı kesinlikle devletimiz olacaktı.
Korona ve ekonominin dünyayı sıkıştırdığı bu dönemde ABD, PKK terör örgütünü yeniden yurt içinde ve sınırlarımızda faaliyete geçirmiş oldu.
Üç subayımız ve önceden rehin aldıkları 13 güvenlik görevlimizi şehit ettiler. HDP, Meclis’te PKK’yı masum ilan etmeye çalışırken, diğer muhalefet partileri de “şimdiye kadar PKK’yla ABD‘yle niye görüşmeler yapmadınız” diyorlar.
Bu olayın suçlusu Kılıçdaroğlu‘na göre Tayyip Erdoğan‘dır.
Cumhurbaşkanımızın ve diğer yetkililerin açıklamalarına göre şehitlerimizin serbest bırakılması için devlet elinden gelen her şeyi yapmış bulunuyor.
Elbette ki devlet duruma göre, terör örgütleriyle de görüşmeler yapabilir. Bu zaruretten doğan bir görüşmedir.
Bir taraftan MİT Başkanı PKK ile görüşmelerde bulundu diye aradan seneler geçmesine rağmen, halen dedikodu yapıp duruyorsunuz diğer taraftan da “niçin PKK ile görüşüp 13 kişiyi önceden serbest bıraktırmadınız” diyorsunuz.
Bu ne pehriz, bu ne turşu?
Ondan sonra da “Tayyip Erdoğan bizim üzerimize bağırıyor” diyorsunuz.
Oslo görüşmeleri nedeniyle FETÖ terör örgütü neredeyse darbe yapmaya kalkıştı. Bunu hiç dile getiren yok.
Niye?
FETÖ darbesi Tayyip Erdoğan‘a karşı yapılacağı için yurtsever bir darbeydi… Ne diyeceksin? Kılıçdaroğlu siyaseti!
Bizim için iyi kolay bir lokma, ancak ülkeye zararı çok.
Allah (cc) Kılıçdaroğlu‘nun başına bir taş düşürsün. Millet de kurtulsun, biz de kurtulalım, CHP de kurtulsun. AMİN.