Kıskıvrak yakalandığımız duyguların eseriyiz; ya duygusuz kalacağız kurtulmak için yahut duygusal kalacağız.
Kabullenmek (duygusal kalma) bir çözüm olmamıştır hiçbir zaman. Aynı zamanda duyguları yatıştırmak da pek mümkün değildir. Onun için bizi sarıp sarmalayan duyguların, bizi yöneten duyguların ne esiri olacağız ne de eseri. Söküp çıkaracağız olduğu yerden. Bu duygu bizimse, onu biz sarıp sarmalayacağız. Hayır, değilse, o vakit atacağız başımızdan, yanımızdan, canımızdan…
Duygular sadece ikili ilişkilerin başrolü değil, bir o kadar kişinin kendisi ile olan ilişkilerinin de başrolüdür. Bir çeşit boşlukta yahut bir çeşit yoklukta yakalar bizi bu duygular ve bizi ele geçirirler. İnsanın kendisiyle sürdürdüğü mücadelede önemli bir yer arz eder duygular. Bundan mütevellit duygular deyip geçmek yerine, bir kimlik kontrolü yapmak şart. Şart, çünkü bazı duygular bazen yahut çoğu bazen bizim değillerdir. “Tıka kulağı, al aklı ve dök fikri!” Bu formülü unutmayın, boşluk anının formülü bu.
Bize yapamazsın diyenlerin ifadeleri, “ben yapamam” duygularının ilk halidir. Bizi ilk boşluğumuzda yakalarlar: “Demiştik, yapamazsın, kimse yapamamıştı, kaybettin, olacağı yoktu, vazgeç…” Bu boş sözler, duygularımızın şekillenmesindeki en belirgin faktörlerdir.
Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de cennetin özelliklerinden bahsederken şöyle buyurur: “Orada boş söz yoktur!” Evet dostlarım, burası cennet değil, burası dünya ve burada boş söz illaki olacak. O vakit tıkayalım kulaklarımızı ve burayı, kendi dünyamızı cennete dönüştürelim.
Neydi formül: “Tıka kulağı, al aklı, dök fikri!”
YORUMLAR