Seçim, bir ülkenin kendi kendisini yönetebilmenin en mümkün halidir. Nitekim öyle olmaya da devam ediyor. Ülke olarak yakın bir zamanda iki seçim süreci atlattık ve bu sürecin bizlere neler getirdiğini ve bizlerden neler götürdüğünü bilmek çok önemlidir. Bunun politik kısmını siyasetçiler ve siyaset yorumcuları tartıştılar, tartışmaya devam da ediyorlar, daha da edecekler sanırım…
Ben bu yazımda bu seçimin bize getirdiği seçkin seçmen ile seçkin olamayan seçmeni anlatmak istiyorum. Neden seçkin? Seçerken seçkin olmak mı lazım?
Bu seçkinlik seçtiğimiz kişi için mi yoksa kendimiz için mi? Elbette kendimiz için!
Çok mu şart bu? Evet, şart!
Peki seçkin seçmen ile seçkin olamayan seçmen kimdir?
Bir kere seçkin seçmen, seçimi, sonuçtan önce de sonuçtan sonra da mutlak bir demokrasi gerçeği olarak görür. Seçimin sonucu, onu “inandığı demokrasi” kavramından uzaklaştırmaz. Ancak seçkin olamayan seçmende durum bunun tam tersidir. Seçimi en büyük demokrasi olarak gören bu seçmen, işler istediği gibi gitmediğinde, istedikleri kişi/kişiler kazanamadığında bir anda seçimin kazanımlarını saçma, yalan görmeye başlarlar. O yüzden seçkin seçmen ile seçkin olmayan seçmeni ayıran ilk madde “demokrasi inancıdır!”
Sonra, seçimin getirdiği kişi/grup artık hangisi ise ona saygı, demokrasi gerçeğine sarılanların ilk yapacağı iş olmalıdır. Seçkin dediğimiz seçmen için bunu söylemek gayet mümkündür. Kazandı der ve saygı ile karşılar. Ancak seçkin olmayan seçmen için durum içler acısı; düne kadar derebeyliklere, saltanata, hilafete hakaret edip “seçim gelişmiş ülkelerin gerçeğidir” türündeki söylemleri bir anda ortadan kalkar ve bu “lanet okumalara, küfür etmelere” kadar gider. Bundan mütevellit diyebiliriz ki seçkin olan ile seçkin olmayan seçmeni ayıran bir diğer madde de “saygı” gerçeğidir.
Daha sonra, sadece seçmen olarak değil hayatımızın tüm aşamasında ihtiyaç duyacağımız bir gerçek var: “İnsan Kalabilmek!” Ne yazık ki bu seçimde gördük ki seçkin seçmen ile seçkin olmayan seçmeni sınıftan geçiren ve sınıfta bırakan bu gerçek, insan kalabilmek gerçeğiydi. Sınıfta kaldık mı? Çan eğrisiyle bakarsak, evet! Sonuçların ilk anından itibaren “hakaretlere, ayrıştırıcı söylemlere, küfürlere, eziklemelere ve cehalet söylemlerine başvuran” bir tablo ile karşı karşıya kalındı. Kaybeden tarafın kazanan tarafa karşı öfkeleri, nefretleri, hakaretleri, o kimseyi ve kimseleri sınıfta bıraktı! Kazanan tarafın kaybeden tarafa karşı eziklemeleri, tahrik edici tutumları, terörize etmeleri,” o kimse ve kimseleri sınıfta bıraktı! Sınıfı kimler mi geçti? İnandıkları değerleri, sonuç ve neticelere göre değişmeyenler geçti sınıfı. Saygısını kıymetsiz olgu ve algılarda yitirmeyenler geçti sınıfı! İnsan olmuş ve her şeye ve herkese rağmen insan kalabilmeyi, inandığı değerleri muhafaza ederek yaşayanlar geçti sınıfı!
Seçimin hezimetini (her iki taraf için de) hâlâ yaşamaya devam edenleri teskin edin, tenkit etmeyin. “İnsanların zekaları ile dalga geçenleri, oraya buraya saldırıp ‘cahiller’ diyenleri, oy verdiği için birilerini terörist ilan edenleri” gördüğünüzde sükutunuz ile teskin edin. Çünkü o kişi ve kişiler bunları derken aslında kendilerini haykırıyorlar ve bunun da farkındalar!
İnsan kalabilenlere selam olsun!
Objektif bir yaklaşım ile süreci değerlendiren kalemlere ihtiyaç duyduğumuz şu dönemde çok kıymetli satırlar. Çok teşekkür ederim.