Kitabın ortasından konuşmak gerekirse: İlkeli toplum, ilkeli siyasetçi doğurur.
Yerel seçimler yaklaşırken aday ve aday adaylarının duruşu, bakışı ve söylemleri başta olmak üzere her hâlleri bir algı oluşturuyor.
Her adayın öncelikli hedefi, tüm toplumu kucaklayacağını gösterme çabası oluyor. Dikkat edelim, toplumu kucaklamak değil, bu kucaklamayı gösterme ve inandırma çabası…
Ancak şöyle de bir gerçeklikle karşı karşıyayız: Seçim olmadan son atılım, vurgun, pay, pastadan dilim gibi amiyane jargonların karşılığı olarak kimi zaman binler, yüz binler, belki milyonlarca liraya karşılık değerler… Bu sürecin maalesef A partisi B yok; bir ilkeli olanı, bir de ilkesizliği ilke olanı var…
Belediye seçiminde kazanmak isteyen adaylar, bir şekilde kendi kitlesini aktif etmek için ciddi yatırımlarda bulunuyor. Bu sistem, suç sosyolojisinde beşeri sermaye olarak değerlendirilir.
Size minnet borcu olan insan sayısı artarsa o insanları gerektiğinde istediğiniz gibi değerlendirirsiniz.
Maalesef her seçimde bu hâli yakinen görüyoruz.
Peki, aday adaylarının psikolojisi nasıl? Bir şekilde her şeyin sosyal mecralar aracılığıyla değiştiğini fark eden adaylar, sosyal medyadan reklamlar aracılığıyla bizlere mesajlar gönderiyorlar. Öncelikle böyle bir makama talip olmaktansa hizmet etme amaçlarını empoze ediyorlar. Ancak partilerince aday gösterilmeyen adaylar, hemen alternatif partiye yönelerek kendi partilerini eleştiri yağmuruna tutuyorlar; çünkü seçilmek, birçok tıkanmış musluğun aralanması demektir.
Şaşırtıcı bir şekilde vaatler de dönüşmeye başladı. Görünürlüğü olmayan hiçbir hizmete erişimimiz mümkün olmayacak gibi. Kimsenin altyapı vaadi yok. Fabrika, iş vb. vaatler dolup taşıyor…
Evet, sayın başkan adayları, anladık, şehrin sorunlarını biliyorsunuz… Ama bu sorunlar vardı, daha önce de vardı, neden şimdi?
Hastanemiz işlevsel değil evet. İki günde mi böyle oldu? Hayır, on yıllardır böyle… Ama yine ihtiyacımız var… Bu varlığın ve ihtiyacın bizler için ne kadar önemli olduğunu siyasiler de biliyor. İlk kurşun oradan geliyor… Peki, neden böyle? Şimdiye kadar neden olmadı, neden dert edilmedi…
Peki, bizim ürünümüz olan siyasetçilerin durumu ve tutumu nasıl?
Maalesef ülkemizde siyasi varoluş biçimi, sosyolojinin geri kalmış toplumların politikleşmesini tanımladığı, “ötekileştirme”, “ötekiyle var olma” olgularıyla ortaya çıkıyor. Bir siyasi aktör karşısındakini kötüleyerek var olabiliyor. Bir siyasi parti, muhalifi olan diğer partinin ilkelerini reddederek var olabiliyor. Ancak ortada somut bir gelişim ve ilerleme, siyasi ahlakın gelişmesine dair en ufak bir atılım var mı derseniz maalesef… On, yirmi yıl öncesinde yuvarlak masa etrafında tartışabilen liderlere bakıldığında şimdilerde bırakın aynı masayı aynı kanala çıkmamaya çalışıyorlar.
Siyasilerin bu tavrı gazetecilerin, TV’lerin ve kısaca toplumun politikleşmesine yol açıyor. Hatalar görülmüyor ve her birey, ait olduğunu düşündüğü siyasi argümana koşulsuz bağlılığını dile getiriyor. Daha da kötüsü kendisi ile aynı görüşten olmayan her bireyi tanısın tanımasın eleştirip yok sayabiliyor. Ve bu durum ile kendisini var edebiliyor…
Farkında mıyız? Bizim gibi düşünen bir siyasetçi, bizim gibi düşünmeyen başka bir siyasetçiye sert bir eleştiri, hakaret, “laf sokma” benzeri bir harekette bulunması ile övünüyoruz. Siyasi servetimizin kaynağı ya hitabet ya da lafı gediğine koyma…
Beslendiğimiz şeyler karın doyurmuyor ey ahali…