İktidar Türkiye’yi yönetemiyor, muhalefet iktidar seçeneği ortaya koyamıyor diye hayıflananlar -kendimi de katabilirim bu gruba- Amerika’daki siyasetin yürekler acısı durumuna bakarak kendilerini avutabilir.
Dünyanın bir numaralı ekonomik ve askeri gücü Amerika’da seçimler her zaman tüm dünyayı ilgilendirir. Ama büyük savaşların tırmanma eğilimine girdiği, Amerika’nın tek küresel hegemon konumunu kaybettiği ve yeni jeopolitik düzene geçişe direndiği bir dönemde yapılacak seçimler her zaman olduğundan daha büyük önem taşıyor.
Kasım başında yapılacak başkanlık seçimleri için iki büyük parti Demokratlar ve Cumhuriyetçiler ön seçim sürecini tamamladı, mevcut Başkan Joe Biden (82) ve bir önceki Başkan Donald Trump (78) delege çoğunluğunu açık arayla kazandı. Cumhuriyetçiler temmuz, Demokratlar ağustos ayında kongrelerini toplayacak ve adaylar resmiyet kazanacak.
Görünen, Amerikalı seçmen iki kötü adaydan birini seçmek zorunda kalacak. İkisi de pek parlak olmayan benzer ayarda iki adayla, al birini vur ötekine krizi yaşıyor Amerika.
Biden tekrar seçilirse Ocak 2029’a dek görev yapacak. Ama zihinsel sağlığı şu anda bile o görev için müsait değil. Tutarsız ve manasız ifadeler dile getiriyor, konuları karıştırıyor, söylediklerinin bir bölümü hiç anlaşılmıyor.
Çevresindeki iletişim uzmanları olabildiğince bu durumu saklamaya, Biden’ı kamuoyu önüne az çıkarmaya, zorunlu durumlarda Başkan’a nasıl bir yüz ifadesi takınması gerektiğini öğretip bol ilaç yükleyerek ve en basit cümleleri bile eline yazılı olarak tutuşturarak işi idare etmeye çalışıyor.
Ama Türkiye saati ile Cuma sabahı yapılan ilk TV tartışmasında bu önlemler pek işe yaramadı, uzmanlar güneşi balçıkla sıvayamadı. Biden kısık ve çatlak bir sesle, kırılgan görüntüsüyle, kekeleyen duraksayan aksayan ifadelerle, bir kısmı anlaşılmayan cümlelerle tam bir felaket görüntüsü verdi. Zaman zaman gözlerini kapatıp kendisine öğretilen sözcükleri hatırlamaya çalışıyor, milyar ve trilyon gibi sayıları karıştırıyordu.
Amerika’nın ünlü araştırmacı gazetecisi Seymour Hersh merakla beklenen TV programından günler önce, Demokratların ileri gelenleri arasında konuşulanları yazdı. Biden programda net bir yenilgiye uğrarsa, parti tarihinde daha önce eşi görülmedik bir şekilde, önseçimi kazanan adayın kongrede değiştirilmesi arayışı başlayabilirdi. Haber, Demokratlar arasında Biden’ın TV’de perişan duruma düşebileceğinin bir olasılık olarak değerlendirildiğini gösteriyordu.
Nitekim öyle oldu. Demokratlar ve onları destekleyen medya şok ve panik içinde. Biden’i değiştirme tartışmaları başladı.
Dünyanın muhtemelen en güçlü ve etkili gazetesi New York Times Biden’ı destekliyor. Gazetenin yazarı Thomas Friedman, Biden-Trump tartışmasını izlerken ağladığını söyleyerek düşüncelerini açıkladı: “İyi bir insan ve iyi bir Başkan olan Biden’ın, yeni seçim kampanyasında hiçbir yeri olamaz… Trump tehdidine karşı aday olmayacağını ve delegelerini serbest bıraktığını açıklamalı…”
Ama o iş hiç kolay değil. Friedman’ın işaret ettiği gibi, bu saatten sonra yeni bir aday çıkarmanın tek yolu ağustos kongresinden önce Biden’ın çekilmeye ikna edilmesi. İkna görevi öncelikle Demokrat Parti’nin ileri gelen politikacılarına düşüyor, ama şimdilik o riskli görevi üstlenmek isteyen yok.
Üstlenen çıksa bile, Biden’ın adaylıkta kararlı olduğu, kendisinden daha iyi bir adayın bulunmadığına inandığı biliniyor. Üzerinde en etkili ismin eşi Jill olduğu söyleniyor (Cil okunuyor). Ama Cil Hanım eşinin adaylığını en hararetli şekilde destekleyen kişi imiş!
Şimdi Demokratları çalkantılı günler bekliyor.
Ekranda çok daha dinamik, gür sesli ve öz güvenli görüntü veren Trump fırsatı kaçırmadı, “şu söylediklerini anlamadım, zaten hiç kimse anlamadı, kendin de bilmiyorsun ne dediğini” gibi Biden’a acımasızca yüklendi, onu ezdi.
TV programından önce Trump ülke çapındaki anketlerde kıl payı öndeydi ve sonucu belirleyecek kritik eyaletlerin hepsini kazanıyor görünüyordu. Trump seçmeninin bir kısmının anketlerde kendini sakladığı da dikkate alınırsa, kazanma şansı daha yüksek adaydı. TV hezimetinden açık ara zaferle çıkan Trump, şimdi Başkanlığa epey yaklaştı. Trump cephesi ilk 100 gün programını konuşmaya başladı bile.
Trump ne zaman ne yapacağı belli olmayan, ayak üstü yalan ve gerçek dışı beyanlar yumurtalayan, kendi yalanlarının çoğuna inanan, otoriter eğilimleri şiddetli bir tip.
2016’da ilk kez seçildiğinde siyasi tecrübesi sıfırdı. Şimdi haklı olarak kendisini daha tecrübeli görüyor; ama bu durum Trump’ı muhtemelen daha da riskli bir başkan yapacak. Dört yıl için son kez görev yaptığı duygusuyla beraber, Trump’ın yeni başkanlık dönemi epey fırtınalı geçebilir.
İlk kez seçildiğinde Bakanlar kurulunu oluşturacak kadar bir kadroya dahi sahip değildi. Savunma ve Dışişleri gibi en kritik bakanlıkları seçildikten sonra kendisine önerilen isimlerle uzun mülakatlalar yaparak, daha önce tanımadığı kişiler arasından belirledi. O nedenle Washington’da üst düzey yöneticiler sık sık değişti.
Şimdi en az iki bin kişilik bir kadro hazırladığı, iktidara gelir gelmez kamu kurumlarını bu kişilerle dolduracağı konuşuluyor. Bunların belirleyici özelliği Trump’a kişisel bağlılıkları. Onun bir dediğini iki etmeyecekler.
Olası Trump döneminde ülkedeki kurumlar ciddi tahribat yaşayacak. Tabii Amerika’da keyfi yönetimin güçlenmesi, tüm dünyada otoriter eğilimlerin ilerlemesini teşvik edecek.
Trump seçilirse, defalarca vurguladığı gibi hedefteki kurumların başında yargı geliyor. Aslında Amerikan yargısı son dönemde iyi sınav veremedi.
Kasım 2020 seçimlerini kaybeden Trump, seçim sonuçlarını hiçe sayarak iktidarda kalmaya çalıştı. Seçmen iradesini ortadan kaldırmaya dönük fiillerinin makul bir süre içinde tarafsız yargı önüne getirilmesi gerekiyordu. Yapamadılar.
Onun yerine kolaya kaçıldı, Trump’a başka cezalar kesildi. Önce 83 milyon ve 355 milyon $ tazminat cezaları geldi. Birincisi taciz iddiasında bulunan bir kadına sözlü hakaret, ikincisi kredi almak için bankaya sunduğu bilgilerde düzensizlikler nedeniyle idi. İki tazminat miktarı da Amerikan ölçülerine göre dahi aşırıydı. Belli ki siyasi motivasyonlarla Trump’ın ekonomik iflası amaçlanıyordu.
Ardından bir New York mahkemesi, Trump’ın 2016 seçimleri öncesinde bir porno yıldızına ilişkilerini açıklamaması için verdiği sus payını “hukuki harcama” olarak kayda geçirmesi hakkında, hapis cezası gerektiren “suç” kararı verdi. Halbuki New York yasalarına göre o fiil, hapis cezası gerektirmeyen bir “kabahat” olarak tanımlanır (misdemeanor). Ama mahkeme, o kabahat bir suçu örtmek için, seçimlerde doğru bilgilerin üstünü örterek seçim sonuçlarını etkilemeye teşebbüs amacıyla kullanıldı diye hapis cezası gerektiren “suç” kararına vardı. Trump “suçlu” oldu. Açıkçası bu, söz konusu kişi Trump olduğu için üretilen bir hukuki zorlama idi.
Amerikan yargısının tartışmaya açık kararları, kurumları tahrip etmeye zaten kararlı olan Trump’ın öfkesini ve kararlılığını daha da artırdı. Şimdi karşımızda daha bilenmiş bir Trump var. Seçilirse, Amerika’da sert bir iç kavga izleyeceğimiz kesin.
Tabii bizi ve tüm dünyayı öncelikle ilgilendiren yeni Başkanın izleyeceği dış politika olacak. Onu da yeni Başkan seçildikten sonra ele almak herhalde daha uygun olur.
Ancak şimdiden belli olan gerçeklerden biri Avrupa’nın durumuyla ilgili. Amerika’nın iç siyasetindeki istikrarsızlıklar, Avrupa’nın artık Washington’dan daha bağımsız bir yol izlemesini gerektiriyor. Seçim sonuçları ne olursa olsun, eminim ki Avrupa’da o yöndeki arayışlar giderek yükselecek.
Kaynak: Özgür Siyaset