İSTANBUL (AA) – Bayındır Söğütözü Hastanesi Kardiyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Erdem Diker, yaşın ilerlemesi, aşırı alkol tüketimi, stres, obezite, diyabet ve bazı genetik faktörlerin atriyal fibrilasyonun gelişiminde rol oynayabildiğini bildirdi.
Hastaneden yapılan açıklamaya göre, atriyal fibrilasyon, kalbin atriyum adı verilen üst odacıklarının düzensiz ve genellikle hızlı bir şekilde atması durumu olarak tanımlanıyor. Normalde kalp, düzenli bir ritimle atmakta ve bu ritim vücuda gerekli olan kanı pompalıyor. Ancak atriyal fibrilasyon durumunda, atriyumlar düzensiz ve koordine olmayan bir şekilde kasılarak, kalp ritminin düzensiz ve genellikle hızlı olmasına neden oluyor.
Açıklamada görüşlerine yer verilen Prof. Dr. Erdem Diker, hipertansiyonun, atriyal fibrilasyon riskini artıran önemli bir faktör olduğunu belirtti.
Diker, "Koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği ve kapak hastalıkları gibi kalp rahatsızlıkları da atriyal fibrilasyona yol açabiliyor. Tiroid hastalığı ve özellikle hipertiroidizm, atriyal fibrilasyon riskini artıran hastalıklar arasında gösterilebilir. Yanı sıra yaşın ilerlemesi, aşırı alkol tüketimi, stres, obezite, diyabet ve bazı genetik faktörler de atriyal fibrilasyonun gelişiminde rol oynayabiliyor." açıklamalarında bulundu.
– "Fiziksel aktivite sırasında aşırı yorgunluk görülebiliyor"
Atriyal fibrilasyon belirtilerinin kişiden kişiye değişebildiğini aktaran Diker, "Atriyal fibrilasyonun yaygın belirtileri arasında çarpıntı, yorgunluk, nefes darlığı, baş dönmesi ve bayılma yer alıyor. Çarpıntı, kalp atışlarının rahatsız bir his olarak algılanması olarak tanımlanıyor. Kalp atışları düzensiz, hızlı hissedilebiliyor. Fiziksel aktivite sırasında aşırı yorgunluk görülebiliyor. Nefes darlığı ise özellikle efor sarf ederken yaşanabiliyor. Kan akışının yetersiz olması nedeniyle de nadiren baş dönmesi veya bayılma olabiliyor. Ancak, atriyal fibrilasyon bazı kişilerde hiç belirti göstermeyebiliyor." ifadelerini kullandı.
Diker, inme, kalp yetmezliği ve diğer organ hasarlarının atriyal fibrilasyonun en önemli komlikasyonları arasında olduğunu belirterek, "İnme (felç), kalp içerisindeki bazı bölgelerde kanın birikmesi sonucu oluşan pıhtıların dolaşımına karışarak beyne ulaşması ve burada bir damarı tıkaması sonucu oluşuyor. Uzun süreli kontrolsüz atriyal fibrilasyon, kalbin etkin bir şekilde kan pompalama yeteneğini azaltabiliyor ve kalp yetmezliğine yol açabiliyor. Yetersiz kan dolaşımı nedeniyle böbrekler, karaciğer ve diğer organlar da etkilenebiliyor." bilgisini paylaştı.
Atriyal fibrilasyon tanısının, kardiyoloji uzmanı tarafından fizik muayene ve bazı testlerle konulduğunu vurgulayan Diker, en sık başvurulan tanı yöntemlerinin, elektrokardiyogram (EKG), holter, ekokardiyografi ve kan testleri olduğu aktardı.
– "Erken teşhis ve uygun tedavi ile yönetilebilir"
Atriyal fibrilasyon tedavisinin hastanın genel sağlık durumu, belirtileri ve nedeni gibi faktörlere bağlı olarak değiştiğini ifade eden Diker, sözlerini şöyle tamamladı:
"Kalp ritmini ve hızını kontrol altına almak için antiaritmik ilaçlar, kan pıhtılaşmasını önlemek için antikoagülanlar (kan incelticiler) kullanılıyor. Kalp ritmini normale döndürmek için elektrik şoku uygulanması olarak tanımlanan elektriksel kardiyoversiyona başvurulabiliyor. Anormal elektrik yollarını yok etmek için radyo dalgaları veya kriyoterapi kullanılan kateter ablasyon yöntemi uygulanabiliyor. Atriyal fibrilasyon yaşam kalitesini etkileyebilecek ciddi bir durum. Ancak, erken teşhis ve uygun tedavi ile yönetilebilir ve komplikasyonların önüne geçilebilir. Bu nedenle herhangi bir belirtisi veya risk faktörü olan kişilerin zaman kaybetmeden hekime başvurmaları gerekiyor."