Merhaba!

Herkese merhaba. Artık ben de Haber Değer ailesinin bir ferdiyim. Mahalli basında bir dönemler yapmış olduğum mektepli gazetecilik ve köşe yazarlığından sonra bu mecralarda birkaç kelam etmeyeli epey zaman oldu. Köşe yazmak insana bir imkân sağladığı gibi sorumluluklar da yüklüyor. Bundan dolayı ilk yazımda hangi konularda kalem oynatacağımı siz değerli okurlarıma açıklamak isterim. Ben tüm […]

Herkese merhaba.

Artık ben de Haber Değer ailesinin bir ferdiyim.

Mahalli basında bir dönemler yapmış olduğum mektepli gazetecilik ve köşe yazarlığından sonra bu mecralarda birkaç kelam etmeyeli epey zaman oldu.

Köşe yazmak insana bir imkân sağladığı gibi sorumluluklar da yüklüyor. Bundan dolayı ilk yazımda hangi konularda kalem oynatacağımı siz değerli okurlarıma açıklamak isterim.

Ben tüm ideolojilerin tarafgirliğinin ötesinde hayata bakış açısı olarak “Ne mutlu insanım diyene” felsefesini kendisine şiar edinmiş birisiyim. Yani insanların bilgiyle harmanlanmış fikirlerinin gücüne inanır ve onları savunurum. Ancak Hayek’in nasihatini de dikkate alarak, bilgi sahibi olmadığım meselelerde ahkâm kesmeyeceğimi ya da ‘her derde deva’ düşüncesiyle bir koşu köşe yazayım gayret içerisinde olmayacağımı ifade etmek isterim.

Akademik anlamda uzmanlık alanlarım olan; kültür, kültürlerarası iletişim, kimlik ve iletişim sosyolojisi gibi alanlarda sizlerle sohbet edebileceğim şekilde fikirlerimi beyan etmeye çalışacağım. Bununla beraber yaşadığımız bölgede yapmış olduğum gözlem ve tahlilleri de siz kıymetli okurlarımla paylaşmaya gayret edeceğim.

Köşe yazımın ilk başlığını merhaba diye belirlemiş olmam elbette gelişi güzel değil. Günlük yaşamda çok fazla ihtiyaç duyduğumuz ancak kullanmaktan aciz olduğumuz bir selamlaşma ile başlamak istedim. Gün içerisinde kamusal alanda yaşam bir şekilde devam ederken yapacağımız işlere odaklanmaktan çoğu kez aklımıza bile gelmiyor merhabalaşmak…

Bir kurumda işlemlerimizi hallederken, alışveriş yaptığımız mekânlarda ihtiyaçlarımızı karşılarken doğrudan sonuca odaklanıyoruz değil mi?

Daha sınırlı bir alan üzerinden örnek verelim. Otobüs, uçak vb araçlarla yolculuk yaparken yanımızda saatlerce oturan kişiye merhaba demeden yolculuk yapıyoruz. Aynı apartmanda oturan insanlar asansöre bindiğinde birbirinin yüzüne bile bakmıyor. Üstelik bunun eğitimle de bir ilişkisi yok. Şahsen profesörlerin bile aynı durumda olduğuna birçok ortamda şahitlik etmiş birisiyim.

Bu eksikliğin ve yanlışın farkında olarak üniversitede her zaman ilk dersimi bu başlık adı altında yapıyorum. Öğrencilerim çoğunlukla insanlarla temas etmek istemedikleri için kimseyle çok fazla diyalog kurmadıklarını söyleseler de bu konuda her daim ısrarcı olmuşumdur. Çünkü “merhaba” sadece bir selamlaşma kelimesi değil, esasında “benden sana zarar gelmez” ifadesinin de bir karşılığıdır. Elbette bu karşıdaki insana koşulsuz güveni gerektirmez ama en azında iletişimi başlatan ilk siz olun derim.

Peki, sadece merhaba mı denilmeli? Elbette hayır. Herkesin farklı hassasiyetleri olabilir. Bundan dolayı diğer selamlaşmalar da kullanılabilir. Ancak benim özellikle bu kelimeyi kullanmakta temel amacım, tüm insanlara hitap etmek… Son olarak bizim coğrafyada merhaba kelimesiyle ilgili tebessüm ettiren bir tespitle yazımı bitirmek isterim:

Erzurum- Kars yöresinde bir meclis ortamına gittiğinizde orada bulunan onlarca insan o kişiye tek tek merhaba derler. Hatta ben merhaba demediği için birbiriyle küsen insanlara şahit oldum. Sırf bunun için küsmeyelim ama dilimizden merhaba da eksik olmasın.

Kalın sağlıcakla…

Exit mobile version