Yasin Ercilsin

Savaşın gölgesindeki Türkiye ve siyasetin iflası

Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Anlaşması’nın imzalandığı Temmuz 1923’ten bu yana birçok kez savaşın eşiğinden döndü ancak sınırlarını korumayı başardı.

Hatta Mustafa Kemal Atatürk’ün “yerinde” ve “zamanında” yaptığı stratejik hamleler ile Lozan Anlaşması’nda tam olarak elde edilemeyen Türk Boğazlarının hâkimiyeti, 1936 yılında yeniden sağlandı.

Hatay’ın anavatana katılması da yine Gazi’nin büyük öngörüsü sayesinde dünyadaki askeri ve siyasi sıkışmayı doğru okuyabilmesinin bir sonucu olarak 1939’da gerçekleşti.

Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonra hem Nazi Almanyası hem de Stalin Rusyası Türkiye’ye birtakım dayatmalarda bulunsalar dahi ülke toprakları Milli Şef İsmet İnönü’nün birtakım manevraları ile muhafaza edildi.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyet Rusya ve ABD arasında dünyanın iki kutba ayrılması ile başlayan soğuk savaş süreci bütün ülkelerin siyasi manevra alanlarında tahribata yol açmıştı. Bu tahribatın yansımasının sonucu olarak birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de siyasi idamlar, sivil çatışmalar, darbeler ve nihayetinde toplumsal kaosun zirveye ulaştığı dönemler oldu.

Bütün bu kaotik ve kırılgan toplumsal yapı bir şekilde kendini onardı, değişim ve dönüşüm kaydetti. Ancak 2011 yılından itibaren Türkiye’nin yanı başında patlak veren Suriye iç savaşında kaydedilen hatalı adımlar bir türlü tamir edilemedi.

Sınır hattındaki mayınların temizlenmesi, Türkiye’nin güney ve doğusundan sürekli devam eden göç dalgası, siyasi, toplumsal ve askeri sahadaki erozyonun da etkisi ile hemen her alanda nitelik kaybını ortaya çıkardı. Bu süreçte toplumsal hafıza kendini yenileyemediği gibi iç ve dış olaylar silsilesinin ivme kaydederek devam etmesi bütün kurumsal ve toplumsal normları esneterek etkisizleştirdi.

2016 Temmuz’undaki Amerikan darbe girişiminin ardından reaksiyon gösteren “devlet aklı” Mavi Vatan Tezi ile Akdeniz’de, Karabağ Savaşı ile Kafkasya’da, terör mücadeleleri ile de Suriye ve Irak’ta belirli hedeflere ulaştı ama toplumsal çürümenin yolunu açan iç sorunları tamir etmekte gereken dinamizmi gösteremedi.

Covid süreci, depremler, nüfus kaybı, sel felaketleri sadece yapısal değil toplum bünyesinde duygusal çöküntüyü de had safhaya çıkardı. Bu süreçte siyaset kurumu da “ilkesizleşme” ve “norm kaybının” yaşandığı sahalardan biri haline geldi.

Toplum, siyaset mekanizmasını işletmesini beklediği “odaklardan” duygusal kopuş yaşadı ve yaşamaya da devam ediyor. Neticede toplumun siyasilerden beklediği reaksiyonu görememesi, “yeni” unvanı taşıyan bütün aktörlerin aslında “eski” siyasi figürlerin “kötü taklidi” vasfını taşıması hayal kırıklığı yarattı.

İç politikada yeterli dinamizmin gösterilememesi dış politikadaki reaksiyonu da “sindirdi ve silikleştirdi”. Türkiye, Avrasya ve Çin üzerinden geliştirmeye çalıştığı siyasi manevra kabiliyetini ABD’nin sistematik baskısına rağmen sürdürme eğilimini minimize etti.

Ege ve Akdeniz’de Rum ve Yunan tarafı ile yeniden görüşmeler başladı. Mavi Vatan Tezi’nden vazgeçilmiş görünüyor. Akdeniz’de faaliyet gösteren gemiler başka bölgelere kaydırıldı. NATO gölgesinde yetişen “aydın zihniyeti” bağımsızlık stratejisini doğru kavrayamadığı gibi politik manevralara yön verecek bilgiyi üretemedi.

Neticede Ortadoğu’daki savaşın Kıbrıs, Ege ve Suriye üzerinden Türkiye’ye sıçrama ihtimali siyaset kurumunun kısırlaştığı sahada yine “eskinin kötü taklidi” olarak görülebilecek hamleleri doğurdu. Her ne kadar Kafkasya, Irak ve Suriye’de düşük yoğunluklu hamleler yapılmaya devam edilse de daha önce üretilen politik ve askeri stratejinin irtifa kaybettiği belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor.

Bugün gelinen noktada toplumun gerçek gündemi; sürekli vergi, halkın gerçeklerinden kopmuş siyaset kurumu, toplumsal cinnet hali, her alandaki çürümenin durdurulamaması ve canlı yayınlarla evlerimize kadar giren savaşın kanlı yüzü…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir