“Demokrasi olursa silaha ihtiyaç kalmaz” yaklaşımı, elbette kendi içinde anlaşılabilir bir yaklaşımdır. Bu konuda Endonezya Açe , El Salvador, Kolombiya, Filipinler Moro gibi bir çok çatışmalı sorunda benzer tartışmalar yapılmıştır.
Bazılarında silahsızlanma sonrası ilk defa yasal partilerin kurulmasına, seçim yapılmasına izin verilmiştir. Bu açıdan Kürt sorunu, İrlanda sürecinin neredeyse tersi niteliğe sahiptir. Orada önce siyasal parti varken, yıllar sonra İRA yani silahlı örgüt ortaya çıkmıştır. Bizde ise yetmişli yıllarda kurulup seksenli yıllarda eyleme başlayan bir örgüt ve doksanlı yıllarda SHP’den ayrılan vekillerin kurduğu HEP süreci söz konusu.
Yani tüm handikaplarına rağmen otuz yıldır seçim, siyasi parti, belediye yönetimi, parlamento temsili söz konusu. Parti kapatma, tutuklama, kayyum atama uygulamaları kısır şiddet ortamında, geride kalması gereken bir durum olarak ele alınmalıdır.
Kör şiddetin zehirlediği koşullardan çıkıp, kalıcı birlikteliği, kurumsal demokrasiyi inşa etmek asıl odaklanılması gereken seçenek olarak önümüzde durmaktadır.
Meşhur bir tünel yapım hikayesi vardır: İki ekip ortada buluşmak üzere dağın karşılıklı iki tarafından tünel açma çalışmasına başlamış. Ancak çok büyük bir mühendislik hatası yapılınca, iki tünel ortaya çıkmış ve durumu tevil etmek için de “geliş ile gidişi ayırdık” demişler.
Son günlerde en çok tartışılan, meşhur arayışta verilen olumlu mesajlar, gerçekten aynı kast ve kapsamı taşıyor mu? “Hem silah olsun hem demokrasi” tavrı sorunu çözmekten ziyade, yönetme eğilimidir. İçinden geçtiğimiz bu dönemde durumu idare etmek mümkün mü? Yükselen riskler, bu tablonun sürdürülebilir olmasına ihtimal veriyor mu?
Barış, demokrasi gibi bir çok kavramda uzlaşabilmek için, önce, en azından “terör” konusunda ortak bir irade geliştirebilmeliyiz. “Silah” konusunda karnımızdan değil, açık konuşmalıyız. Ne istediğimiz, hangi yöntemle ve nasıl istediğimizle doğrudan ilişkilidir. Eski ifade ile “tedhiş” yani halka korku salarak gücünü göstermeye, Kürt sosyolojisinin ihtiyacı var mı?
İnkar ve imha politikası karşısında, tepki olarak ortaya çıkan “silah” yoluyla hak mücadelesi verilebilir mi? Demokrasi bu yöntemle kurumsallaşabilir mi?
Aksine, Türkiye’nin her yerinde yüz yıllardır yerleşik olarak yaşayan ve son kırk yılda da yoğun göçle batıdaki şehirlere yerleşen Kürtler için kriminal her durum, birlikte yaşamı, ekonomiye katılımı zorlaştırır, hatta sabote eder.
Ortadoğu’da inşa etmemiz gereken büyük barış ortamına en ciddi katkıyı sunabilecek olan Kürt dinamiği asla “terör” kavramıyla anılmayı hak etmiyor. Bir dönemin kapanması, yeni bir sayfanın açılması için, “devlet insiyatifi” yanında Kürt-Türk toplumsal insiyatif gelişmelidir.
Siyasi katkı ve katılımın, bir noktadan sonra, siyasi rekabet ve rol kapma yarışına kurban gitmesi, herkes için telafisi imkansız hayal kırıklığı doğuracaktır.
Ne Kürtlere bu haksızlığı ne de Türkiye’ye bu kötülüğü yapmaya hakkımız olabilir mi?
O halde soğuk savaş sonrasında sürdürülme koşulları kalmayan “silah” konusunda çok güçlü ve net bir irade gelişmesi gerekmiyor mu ?
Küresel ve bölgesel savaş senaryolarının herkesi daha sert hatta otoriter merkeziyetçiliğe iteceği bir ortamda kırılmaların büyük acılara zemin oluşturma ihtimali de artar.
Bu tehdidi görüp ön almak, inisiyatif koymak yeni dönemin gerçek yurtseverliği ve anlamlı milliyetperverliğidir.